|
Romantizm ve
Parnasse dönemi şairlerinden dördü ele avuca sığmıyordu.
Baudelaire ölümsüz dizelerini bütün akımların dışında yazıyor ve
gelecekteki bütün akımların kapılarını aralıyordu. Verlaine, soğuk
plastik güzelliğe baş kaldırıyor, tül altından görünen, örtülü,
duygulu, ince bir güzelliği yazıyor, geleneksel biçimin yanı sıra
yeni biçimler araştırıyordu. Fransız şiirinde durakları, çift sayılı
heceler birliği sağlar. Verlaine "Tekli dizeden şaşma"
diyordu, ve beşli, yedili, dokuzlu, onbirli hecelerle dizeler
yazıyordu. Bazen aynı şiirinde değişik hece sayılarından oluşan
dizeleri birlikte kullanıyordu. Rimbaud, Mayıs Sürgünü
şiirini uyaksız dizelerle yazdı. Giderek, ölçüyü tümüyle atıp
Gemicilik (Marine) ve Devinim’de (Mouvement) özgür dizeye
yöneldi. Güneyin baş kaldıran çocuğu, sonunda dizeyi de atıp şiirin
tanrısı dediği Baudelaire gibi yapıtını düz yazılmış şiirlerle
vurguladı. llluminations ve Cehennemde Bir Mevsim'den
önce yazgının, ölçülü dizelerinin yakılmasını istedi. Mallerme,
“Düzyazı diye bir şey yoktur. Düzyazı birbirine geçmiş yan
yana dizelerden oluşur' diyecek kadar ileri gitti önceleri. Ama
sonradan düşünceyi en iyi biçimde ölçülü dizenin yoğunlaştırdığını
ileri sürdü ve geleneksel dizeyi savundu. Bu sabırlı, disiplinli ve
titiz şair, Parnasse Okulunu, biçimde değil, şiirin özünde yaptığı
değişikliklerle yıkıyordu. Açık anlatıma, nesnelerin
adlandırılmasına karşıydı: "Bir nesneyi adlandırmak, şiirin, azar
azar bulup ortaya çıkarmak mutluluğundan oluşan kıvancının dörtte
üçünü yok etmektir, nesneyi esinlemek, işte düş budur. Sembolü
oluşturan bu gizem en yetkin bir biçimde şöyle kullanılabilir: Bir
ruh halini göstermeliyiz, ya da tersine, bir nesneyi seçip, bir dizi
çözümlerle, bu ruh durumunu ortaya çıkarmak için, nesneyi azar azar
çağrıştırmalıyız" diyordu.
Parnasse Okulunun
egemen olduğu dönemlerde bu dört şair, sembolizmin dört öncüsü
plâstik güzelliğe, somut nesnelciliğe karşı çıkıyor, insanın,
nesnenin, doğanın gizemlerini, bilinçaltının seslerini
araştırıyordu.
Öncüler öz ve
biçim arayışı içindeydiler.
Dört öncünün
hazırladığı ortam sonucu, 1886'larda, yeni akım, sembolizm gün
ışığına çıktı.
Sembolizm şöyle
özetlenebilir:
•Sembolistler
soğuk plastik güzelliği, nesnelliği savunan, özdekçi (materialiste)
ve olgucu (positiviste) Parnasse'çılara tepki olarak ortaya
çıktılar, ülkücülüğü (idealisme) ve sezgiciliği (intuitionisme)
savundular. Bütün ülkeler ve bütün dönemler için geçerli bir
güzellik kavramı olacağına inanmazlar. Duruk'un (statique)
karşısında yer alır, oluşumu (deve-nir) kutsarlar. Klasizme; şiir
sesi söylevci olduğu ve akıl hocalığı yaptığı için, romantizme;
gözyaşı tecimiyle uğraştığı, anlatımı pek yalın olduğu için;
naturalizme (doğalcılık); şiirlerinde ruh bulunmadığı için kızarlar.
•Örtülü güzelliği
severler. Doğaya, nesnelere, olaylara buğulu bir camın ardından
bakarlar. Anlamda da örtülüyü severler. Gerçeğin, yalın, çok açık
biçimde değil sembollerle sunulmasını, şiirin anlamına okurun,
bilinciyle, bilinçaltıyla, sezgilerle yaklaşmasını isterler.
Sembolist ozan konuya, bir sembolle, ya da birden çok sembollerden
oluşan sözcükler topluluğuyla girer, düşünceyi geliştirir, açar ve
ana düşün'ü (mere-idee) ortaya kor.
•Duyumlar (renk,
koku, ses,...) düşüncelerin işaretleridir.
Düşünceye
duyumlardan gidilir. Ozan, duyumlar arasındaki iletişim ağını,
sembollerle, sözcükler ve imgelerle kurar ve ruhsal gerçeğe ulaşır.
Baudelaire, İletişimler (Correspondances) şiirinin ilk
dörtlüğünde, gelecekte doğacak bir akımı özetler gibidir: "Bir
tapınaktır doğa, direklerinden akan/Anlaşıması güç, karışık
sesler duyulur/Ve kişi, tanıdık gözleriyle ona bakan/simge
ormanlarından geçip yola koyulur.../ Aydınlık gibigeniş ve
gece gibi kara/O derin birlik içinde, sesler, kokular, renk/uzaktan
uzağa karışan yankılara denk/Birbirini işte böyle yanıtlamakta.”
Sembolistler Avrupa tinselciliğinin, gizemciliğinin, metafiziğinin
son halkalarını oluştururlar. Gerçeğin içindeki gizi ararlar. Bir
benzetmeyle, Parnasse'çı ozan, ormanı; sembolist ozan ormanın
ruhunu yazar, Evrenin ve olayların gizemini ele geçirmeye çalışır.
•Şiir yüreğin bir
sarkışıdır, Parnasse'cılarınki gibi nesnelliği değil, bireysel bir
öznelliği yansıtır. Anlatım büsbütün kapalı değil, ama kapalı ve
örtülüdür. Nesneler açıkça anlatılmaz, ustaca çağrıştırılır. Dil,
gerçek dışının, bilinçaltının, düşün kapılarını açmaya yarayan bir
anahtar. Önemli olan sözcüklerin tınısı ve çağrışımı. En iğrenç bir
sözcük bile çağrışım ve ezgi gücü varsa şiirde yerini alır.
Sembolistler dilbilgisi kurallarına, cümle kurgusuna (syntaxe) sıkı
sıkıya bağlanmaz.
•Ezgiye büyük
önem verir, şiiri ve müziği, iki sanatı birleştirirler: "Müzik,
her şeyden önce müzik" (Paul Verlaine).
•Efsaneler,
masallar, düş, ruhsallık başlıca konuları. Büyüyle, dinsel
törenlerle, falcılıkla (occultisme) ilgilenir. İlkel insanın
bilgeliğine saygı duyar. Parnasse'çılar gibi onların şiirlerinde de
sık sık yunan mitolojisinin tanrıları, yarıtanrıları, Alman
mitolojisinin perileri, masal kahramanları yer alır.
Sembolistler en büyük devrimi şiirin özünden çok biçiminde yaptılar.
Özgür dizenin, giderek, bugünkü serbest şiirin kurucusu onlardır:"Dizelerin
düzeni, söyleyiş ve biçim yapısı
geleneksel
formül, yeni uyum için yeterli değildi. Ayrıntıları çoğaltmaya
elveren, klavyeleri daha yumuşak, yeni bir çalgı gerekiyordu."
(R.
Sabatier). Verlaine ve Rimbaud gibi öncüler, bu konuda da kapıları
aralamışlardı.
•Parnasse
Okulunun sanat görüşü, geleneksel biçime, dizeye ağırlık veriyordu.
Sembolistler dörtlüğü, üçlüğü aşan bağlama öncelik tanıdılar.
Şiirde, artık dize değil bağlam önemli. "Bağlam" şiir
gereçlerinin içinde öğütüldüğü bir değirmendir. Bağlamı,
zenginleştirilmiş seslerle çağrışımlardan oluşan düşünce saptar. Bu
sesler ve çağrışımlar çok sayıdaysa bağlam uzun, az sayıdaysa
kısadır." (R. Sabatier)
"Sembolistler
ölçünün zenginleştirilmesi adı altında özgür dizeyi savundular, ama
bunun açık bir tanımını yapamadılar. Ghil kendisini izleyenlere
"gözden geçirilmiş ve buyruk altına alınmış, eski alexandrin'i (on
iki heceli dize) önerdi, ama öneriye pek aldıran olmadı. 1886'larda
herkes, aşırı disiplinli parnassien dizenin yerini yeni bir biçimin
almasını istiyordu. Geleneksel eski dize sayılarının yerini, bir
tür öznel bir ezginin (melodie) alması bekleniyordu. Bu özlemi zaman
zaman yansıtan ozanlara rastlanmadı değil. Ama yeni ritimleri hangi
kurallara dayanıyordu, bu ritimler neden gerekli, açıklamıyorlardı.
Veremli Laforgue, birbirine eşit olmayan uzun destanların göğüs
ağrılarını dindirdiğini söylüyordu, o kadar. İlluminations'm
başında yer alan Marine (Gemicilik) ve Mouvement
(Devinim) düzyazı değil. Peki onlara dize denilebilir miydi?
Verlaine Art Poeticjue'inde (Şiir Sanatı) bazı kurallar ileri
sürüyordu, ama benimsenmemişti. Neden?
Çünkü
sembolistlerde dize değil, bağlam (dörtlük) egemen hale gelir.
Sembolistlerin özgür dizeli şiiri, bir grup ritim dizisini içerir.
Üstünlük bağlamındır. Bağlam ise esinden önce var olan bir biçim
değil, şiirsel gereçlerin içinde öğütüldüğü bir değirmendir. Bağlamı
türdeş kılan, zenginleştirilmiş, bazen de, ana sese katılan
seslerle çağrışımların yer aldığı tek bir düşüncenin açıklanmasıdır.
Eğer bu sesler ve çağrışımlar çok sayıdaysa bağlam uzun, az
sayıdaysa kısadır. Bağlam içindeki tinsel (spirituel) öğelerden her
biri görece bir özerkliğe sahiptir.
Biçim için
iyi bir terim bulamadıklarından, ona bazen ölçü (metre)bazen söz
topluluğu (group verbal) derler. Bağlamda tam uyaklardan ve çok
özgün yarım uyaklardan (assonance) kaçınılmasını önerir, aksi
taktirde bağlam akışının kesilebileceğini söylerler. Ölçülerden
hiçbiri için özel bir tonlama koşulu ileri sürmezler. Deyiş, düşünce
bilinçaltından bilince nasıl çıkıyorsa şiir de ona göre
yazılacaktır. Şiir Sanatında Verlaine de buna benzer şeyler
söylüyor, ama söylediklerini kendisi de pek uygulamıyordu. Ayrıca
sembolistlerin özgür dizesi, söyleyiş, deyiş ülküsüne uygun olarak,
bir düşüncenin eğilimlerini yansıtır. Bunun doğal sonucu olarak da
sembolistlere göre, eleştirmenlerin, bir şiirin yapısını dizelere
göre eleştirmeye hakkı yok.
Özgür dizeyi iyi
kullananlar okurda derin ve coşkun duygular uyandırır; bu dizeler,
okurun kendisiyle konuşmasını, iç dialogue'u sağlar, geliştirir ve
iç çatışmaları yatıştırır. Ne var ki, okurların çoğunun bellekleri
eski şiirin, geleneksel şiirin anılarıyla doluydu. Ayrıca
uyakların, geleneksel şiirin dinlendirici bir yanı vardı. Sembolizm,
değişik ölçü ve dizeleriyle zamanın okuru elinden bu dinlenme
hakkını aldı, okurlar şiiri sıkıcı bulup günce okumaya yöneldi." (Albert-Marie
Schmidt)
Sembolizm akımını
Goncourt Akademisi üyesi Robert Sabatier ve Lile Üniversitesi
profesörlerinden Albert-Marie Schmidt'in araştırmalarından daha
geniş izleyelim:
Sembolist Evren
Robert Sabatier
Sembolizm
kendinden önceki ve kendiyle birlikte de bir e var olan Parnasse
Okuluna bir tepki olarak ortaya çıktı, var ki Sembolistler
ilkelerini belirgin ve yöntemli bir bile açıklamadılar, bir
sınıflama yapmadılar. Ayrıca, Parnasse Okuluyla Sembolizm
birbirlerine geçmiş olarak, birlikte yürüdüler. Örneğin, Baudelaire,
Verlaine ve Mallarme parnassien yapı, yani klasik romantizm yapısı
içinde yer aldıkları halde, çoğu zaman, sembolik şiir yazdılar,
sembolist nitelik gösterdiler. Bu bakımdan, Sembolizmin bir tanımını
yapmakta, ilkelerini saptamakta, gerek eleştiriciler, gerekse yazın
(litterature) tarihi araştırmacıları güçlüklerle karşılaştılar.
Çeşitli tanımlara bir göz atalım:
Paul Valery, şair
Lucien Fabre'm Connaissance de la Deesse (Tanrıça'nın
Tanınması) adlı kitabının önsözünde şöyle bir tanım yapıyor:
"Kendilerine sembolist diyen bir çok ozanın ortak yanlarına bakıp,
sembolizm şiirin malvarlığana müziğin katılmasıdır, diyebiliriz."
Daha iyice bir
tanıma Rodenbach'da rastlıyoruz: "Sembolik şiir düştür,
ayrıntılardır, bulutlarla yolculuk eden sanattır. Bu sanat, gerçeğin
yalnızca bir kalkış noktası olması için yansımalara ]
başvurur. Ozanın kalemi altındaki kağıtta, gizemler uçurumlara
iner."
Parnassien
Okulun, düşünce yürüten usa, kusursuzluğa, soğukkanlılığa kesinlikle
bağlı özdekçiliğine (materialisme) ve olguculuğuna (positivisme)
karşı bireyciliğin, ülkücülüğün (idealisme), sezginin,
kararsızlığın, fantezinin, esnekliğin, özellikle daha ince bir
uyumun konmasıdır Sembolizm.
Andre Beaunier
la Poesie Nouvelle'de (Yeni Şiir) şöyle bir açıklama yapıyor:
"Gözlemcinin önünde hemen beliriverecek biçimde gerçeği
renklendirmek Parnassien sanaldır. Gerçeğin içerdiği tüm belirgin
gizemi gerçek içinde ortaya koymak, bu da sembolist sanatdır."
Tanımlar
yetersiz. Paul Valery'nin sözünü ettiği müzik Parnassien'lerde de
var. Baunier'nin tanımı ise çok basite indirgenmiş. Örneğin,
Sembolizmin, çağdaş yaşamın toplumsal tartışmasına eşlik ettiği,
evren ve duyuların gizemlerini ele geçirme olduğu, Parnasse Okulun
öğreticiliğinden ve romantik duyarlıktan uzak, şiirin özünü yakalama
girişimi olduğu unutuluyor. Sembolizmde, belirli bir tarihsel
dönemle uyuşmayan sembolik kavram (notion) değerlendirilir. Açıkça
belirtilmiş olmasa da, efsaneler (mythe), ilkel dinler, ilkel dinsel
törenler, masal, düş ve ruhsallık sembolik kavram içinde
yer alır. Usçuluğun (rationalisme) ya da sağduyunun yadsıdığı ve
gerçekdışı bulduğu her şey ruhbilimsel olarak gerçektir, ayrıca
kanıtlanmasına gerek yoktur. Ve yaratıcılar, ince iletişim (correspondance)
ağlarında, şiirle, şiirin sözcük ve imgeleriyle sembolleştirilmiş
şekilde ve hep değişim yolundaki ruhsal bir gerçeğe katılmanın
bilincinde olacaktır. Bu andan itibaren şiirin nesnesi ruh hallerini
açıklar. Nerval ve Baudelaire'in sevdiği iletişim böylece
Sembolistlerde uzantısını bulur. Yürekle bilinç arasında, aracılar,
sözle anlatılamaz ilişkiler vardır. Aynı şey, düşünce ile sesler
evreni arasında da söz konusudur. Sembolizmin bilinci işte bu
karmaşıklık içinde çiçek açar.
Sembolizm ve
Şiirsel Öz
Bu yeni kuram,
hoşlanmadığı Naturalisme'in (Doğalcılık) tersine, şiirsel özdür.
Bütün akımlar gibi» o da ilkelerinden bazılarını kendinden önceki ya
da kendisiyle birlikte varolan başka akımlara borçlu. Şiirin, içsel
bir şarkı, bireysel bir öznelliğin anlatımı olduğu, kentsoylu
toplumun şairi dışladığı ve kargıdığı görüşünü Romantizmden alır.
Eylemle düş'ün birbirinden ayrılması ve sanat kavramı ise Parnasse
Okulunun kalıtı.
Sembolistlere
göre şiir bir tanıma biçimi, gizli evrene sezgisel yaklaşım,
salt'ın (absolut) bir deneyi, yaratıcı bir ülkücülüktür. Bu
bakımdan, evrenin Orphisme'e (1) değgin açıklamasını,
deneysel bir metafiziği araştıran alman romantiklerine yakınlar.
Dil, usdışı (irrationnel) olanın, bilinçaltının, sayıklamanın ve
düş'ün bilinmeyen kapılarını açmaya yarayan bir anahtar halini alır.
Böylece bu akım, kurtuluşa doğru atılmış en büyük adım oluyor. Tam
kurtuluşu ise ilerde Gerçeküstücülük sağlayacak.
Sembolist
sanatla, örneksemeli düşüncenin, yani sezgisel ve uzgören (diviniatrice)
duyumların, içedoğuşların (illumination), açınlamalarm (revelation)
evrenine girilir. Mallar-me'nin deyimiyle "şair sözü, ses değeri
kazanan, müzik notalarına dönüşen sözcüklere bırakır." Verlaine ise
"Herşeyden önce müzik" diyor. İki sanat, müzik ve şiir birbirlerine
yaklaşıyor.
Sembolizm, öte
yandan, kapalı, örtülü anlatıma doğru atılmış bir adımdır. Bu örtülü
anlatım ezgilerle sunulur. Fransızların anlayamadığı Richard Wagner
Fransa'daki gerçek yolculuğunu ozanların zihninde yaptı. Ünü az
yaygın Novalis izler bıraktı.
Ozanın doğa
karşısındaki tavrı Sembolistlerde değişir. Ülkücü şiiri
belirsizlik, düşün pusluluğu sarar. Nesneler ne kendiliğinden, ne
kendileri için vardır, algılanmış bir görünümde sunarlar
kendilerini. Duygusal evrenin iletişimcisi şair, doğa görünümlerinin
kendinde ruhsal uyanışlar doğurmasını ister, doğa görünümlerinden
bunu bekler. Artık doğanın durumunu yaratan şairin kendisi ya da
ruhudur. Henri de Regnier'nin dizelerinden izleyelim:
"Sağnak
gözyaşlarındır, uykunu uyur gece
Nisan, gülüşünü
güler, ağustos kıvancını"
İçinde yaşanan
anın ruhsal durumlarına göre doğayı şair değiştirir. Şaire hüznü
doğa taşımaz, ona kendi öz yaşamını, bedenini, tutumunu tavrını,
gözyaşlarını ya da kıvançlarını vererek, doğayı şair hüzünlü kılar.
Sembolist ressamlar bu düşün'ü fırçalarıyla yansıtır. Sembolizm salt
yazınsal bir akım değil. Ona müzisyenler, ressamlar da katılır,
okulun boyutları evrenselleşir. Sanatları kendinde birleştiren
ressam Arnold Böcklin şunları söyler: "Tablo bir şeyler anlatmalı,
şiir gibi izleyenlerini düşündürmeli, bir müzik parçası gibi
dinleyenlerde izlenim bırakmalı". Huysmans'ın Odilon Redon
hakkındaki sözleri Sembolist ozanların çoğu için geçerli bu
desenler, bu çizgiler herşeyin dışındaydı; resmin sınırlarının
üstüne sıçrıyordu, çokça kendine özgü bir düşünsellik (fantastique),
bir sayrılık ve sayıklama düşselliği yaratıyordu.." Redon'u da
dinleyelim: "Doğa bizi, bize verdiği armağanlara boyun eğmeye
zorluyor. Benim armağanlarım beni düşe sürükledi; imgelemin
işkencelerine ve bana kalemin altında verdiği umulmadık olaylara (surprise)
katlandım,ama izletici önünde de, her çağrışımı, kesinsizliğin üşün
sınırları üstündeki her albenisini edinmek amacıyla hu umulmadıkları
(surprise) kendim yönettim." Ya Nietzsche ne yazıyor: "Bundan
böyle doğanın özü sembolik biçimde anlatılmalı ve açıklanmalı;
demek ki yeni bir semboller evrenine gerek var..." Jules
Huret'nin bir soruşturmasını Mallarme şöyle yanıtlar: "Bir
nesneyi adlandırmak, şiirin azar azar bulup ortaya çıkarmak
mutluluğundan oluşan kıvancının dörtte üçünü yok etmektir; nesneyi
esinlemek, işte düş budur. Sembolü oluşturan bu gizem en yetkin bir
hiçimde şöyle kullanılabilir: bir ruh halini göstermeli, ya da
tersine bir nesneyi seçip, bir dizi çözümlerle, bu ruh iurumunu
ortaya çıkarmak için nesneyi azar azar çağrıştırmakla."
Verlaine'in deyimiyle "sembol eğretilemedir (istiare), şiirin
kendisidir."
Dil ve Sözcükler
Yazın tarihi
Sembolizmin üstüne belki de yeteriyle eğilmedi, ama yine de bu
sessiz devrim nice dikkatleri üstüne çekmekten, nice kafaları
yormaktan geri kalmadı. Ama, Sembolist kavramın bugün de herkesçe
kabul edildiğini ileri süremeyiz. Aradan yüz yıl geçti.
Gerçeküstücülük (surrealisme) yeni alanlar kazandı. Ama hâlâ
Sembolizm akımına katılanları suçlayanlar var. Sembolizm
şaşırtıyordu. Şiirsel düşünce, bilinen anlamlarını koruyan sözcükler
aracılığıyla, açık seçik ve sade bir dille konuşmuyordu artık. O
bilinen aydınlığın yerini, diri ama yeni ve loş bir ışık alıyordu. O
zaman da Sembolistler, karışık ve dolaşık anlatımlarıyla,
düşünceleri arap saçına çevirmek, sözcükleri garip biçimde biraraya
getirmek, sözcüklere yeni anlamlar yüklemek, kısaca zihinsel bir
kargaşa yaratmakla suçlandı. Romantik akimi yaşamış olmasına karşın,
Fransa, Descartes'm ve Boileau'nun ülkesiydi yine. 1902'lerde Henri
Bordeaux şunları yazabiliyordu: "Sembolizm 1885lerde ortaya
çıkmaya başladı. Parnasse Okulunun aşırı keskin ve sert kurallarına
karşı çıktı. Parnasse Okulu kendini zırhla kaplamıştı, ama zırhın
altında soluk soluğa kaldı, dar ilkeler içine sıkıştı. Sembolizm bu
zırhı parçalamak istedi. Ancak, bütün tepkiler gibi, başlangıçta o
da ölçüyü aştı. Parnasse okulu kesinliğin ve olguculuğun" (positivisme)
kölesi oldu diye, Sembolizm de tepki olarak, belirsizliği kural,
gizemi zorunlu-luk yaptı kendine. Gerçekle ve aşırıya vararak tümce
kurgusu (syntaxe) ve dilbilgisiyle bağlarını kopardı. Kıyasıya ve
canı isteyerek karanlığı seçti..." Yeni şiriin amacının,
nesneleri adlandırmak değil de, onları ustaca çağrıştırmak olduğu
anlaşılmış mıydı?
Sembolizmin bir
diğer devrimi de yaratıcıyla okur arasında ilişkiler kurmasıdır.
Yaratıcı şair, okuru yaratıcı bir rol oynamaya çağırır. Okur,
okuduğu nesneleri usuna, kişiliğine, okuduğu parçanın değerine göre
algılamak ve anlamak olanağını buluyordu artık, zira Sembolizm
okura sunulan olanakları çoğaltıyordu. Bu görüşe karşı şöyle bir
sav ileri sürülebilir: Sembolizmden önce de bir parçayı okuyan iki
kişi, ya da dinleyen iki kişi asla aynı anlamı çıkaramamıştır.
Doğru. Ama Sembolizm sonsuz seçenekler sundu. Mallarme bir
yazısında bu gerçeği bir aşağı bir yukarı şöyle sergiler: "Parnas-sien
'ler nesneyi tümüyle ele alır ve öyle gösterir: bu yüzden de
yapıtlarında gizem eksiktir (...). Şiirde, her zaman, aranıp
bulunması gereken gizli bir yan olmalı..."
Sembolistler en
çok anlam gizliliğine yönelmekle eleştirildi. Çokları, müziğe
uygulananların dile uygulanamayacağını ileri sürdü. Belirsizlik,
örtülülük, kesinsizlik korkuttu. Ne var ki şiir, bazı sembolistlerin
decadant'larca özümlenmesine karşın gelişir. Decadant'lar olayı
bazılarını ürküttü, Hys-mans gibi Sembolizme sevgi duyanlar akımdan
kaçmış göründüler: "Decadant topluluk, ruhsal söyleşi görünümüyle,
telgrafların o anlaşılmaz sözleri gibi saçmalıyor. Gerçekte ise o
olabildiğine züğürtlüklerini, bilgi eksikliklerini, kendi
yarattıkları biçem şaşkınlığı altında gizliyorlar." Bütün bunlara
karşın sembolizm, hayli etkin Naturalisme'in (Doğalcılık) karşısında
düşün haklarını, örtülü anlatımın albenisini, ezgili güzelliğini
sürekli savunacak.
Sembolizmin
karalıktan kaynaklandığı ileri sürülmüştür. Yanlış. Verlaine'jn,
Henri de Regnier'nin, ve nice diğer Sembolistlerin yapıtlarına bir
göz atmak yeter. Bu yapıtlar karanlık değil, alabildiğine aydınlık.
En anlaşılmaz görünen Rimbaud ve Mallarme'nin üstündeki örtüyü bile
zaman kaldırdı. Artık bu ozanları da anlamak güç değil. Sembolizmin
kurallarını saptamaya çalışırken şu hususu hemen belirtmemizde
yarar var. Tek bir Sembolizm değil, Sembolizmler var. Örneğin bir
Jules Laforgue'un yaratma tutkusu ve sızısı, Mallarme'nin,
Rimbaud'nun, ya da Verlaine'inkinden değişiktir.
Sembolist
Söyleyiş
Söyleyiş ve dize
kurgusu yönünden, klasiklerle Sembolistler arasında tam bir kopma
yok. Ama Sembolist akımın en büyük devrimi özgür dizenin
benimsenmesinde ve ortaya çıkışındadır. Özgür dize elbette kesin
bir kural değil. Nitekim Henri de Regnier, Varhaeren, Samain
ve diğer öteki sembolistler, özgür dizenin yanısıra, şiirlerini
geleneksel biçim ve formüle göre de kurdular. Bazen de aynı şiirde
ölçülü dizelerle özgür dizeler birarada yer alabiliyor. Özgür dize
özellikle sembolistlerin buluşu değildir. Ondokuzuncu yüzyılın bazı
ozanları geleneksel ölçülü dizelerle birlikte özgür dizeleri de
kullanıyorlardı. Lafontaine'in Fables'inde (Masallar) bu
uygulamanın en güzel örneklerine rastlanır.
Sembolistlere
göre, dizelerin düzeni, söyleyiş ve ritim yapısı yeni bir uyumun
bütünleyici öğeleri yönünden artık yeterli değildi. Bu nedenle de
özgür dizeciler, ayrıntıları daha da çoğaltmaya elveren, klavyeleri
yumuşak yeni bir çalgı yarattılar. Bu çalgı daha bir akıcılık, daha
bir ezgi ve uyum değişiklikleri sağlayacak, şiiri ince seslere,
örtülü anlatıma" deyiş özgürlüğüne yöneltecek. Yabancı dillerin,
vurgu (accent) olanaklarından yararlanarak ulaşılması güç olana
ulaştıklarını, duyarlı ve şiirseli yakaladıklarını biliyoruz.
Fransız dilinin bu yönden bazı şanssızlıkları var. Şunu hemen
vurgulayalım. Yazın tarihimiz araştırıldığında bazı ozanlarımızın
arzulanan amacı gerçekleştirdiklerini, dilin, söyleyişin en duyarlı
bölgelerine dek sokulabildiklerini görüyoruz. Ne var ki, başarılı
olmak için, çokluk, bir sanat tansığı gerekiyordu. Yarı
olanaksızlıklara, yarı güçlüklere gelince, ozanlarımızın hakkını
yemeyelim, bu güçlüklerin üstesinden gelmesini bildiler. Şiirin
alanlarını geliştirmek, dili zorlamak için çalıştılar, denemeler
yaptılar, yeni ölçüler geliştirdiler. Şiir tarihimizde bazı
ozanların hece sayısını arttırdıklarına, çok heceli, 14lü ya da 181i
dizeler yazdıklarına tanık oluyoruz. Onaltıncı yüzyılda Jean de la
Jesse akdizeli, yani uyaksız şiir yazdı. Aynı şeyi Voltaire de
yaptı. Turgot Eneide'i çevirirken ondört hece kullanmaktan
çekinmedi. Verlaine'in sevdiği impaire'e, yani şiirdeki hece
sayısının beş, yedi, dokuz ya da onbir gibi tekli sayılardan
oluşmasına, Verlaine'den önceki birçok ozanlarda da rastlardık:
Hugo, Banville, Baudelaire v.b.g..
Özgür dize
konusunda sembolistlerin kendi aralarında bir anlaşmaya, bir
uzlaşmaya varamadıklarına tanık oluyoruz. Her ozan kendine göre
bazı denemeler yapıyordu. Örneğin Verlaine, dizeleri hem yedili,
hem onlu, hem de onyedili hecelerden oluşan dörtlükler kuruyordu.
Bir ara Mallarme şiirle düzyazı arasındaki ayrımı bile kabul etmez
hale geldi: "Afişler ve güncelerin dördüncü sayfaları dışında,
dilde, ritmin var olduğu her yerde dize de var. Düzyazı denen türde
her ritimden oluşan dizelere rastlıyoruz. Aslında düzyazı yoktur;
önce harfler, sonra da, az çok birbirine geçmiş, birbirinden kopuk
dizeler var. Stil çabasının bulunduğu her yerde dizeleştirmek
sanatı da bulunur. "Bunları söylemesine ve yazmasına karşın,
Mallarme daha sonra geleneksel dizeyi savundu.
Paul Bourget
ise Çağdaş ruhbilim denemeleri’nde şu noktaya dikkati
çekiyor: Decadence üslubu, kitab birliğinin yerini sayfa
bağımsızlığına, sayfanın tümce bağımsızlığına, tümcenin
sözcük
bağımsızlığına bırakmak için bozulduğu bir üsluptur.”
Özgür dize sorunu, karşıt ya da savunucu, şiir diline, şiir mine,
söyleyişe değgin uzun tartışmalara yol açtı. Düzenli dizeden yana
olanlar, her olanaktan yararlanıp özgür dizeyi alaya aldılar, uzunlu
kısalı dizelerin kırık bir tarağın işlerine döndüğünü, dizenin de
artık dize olmamak özgürlüğünü kazandığını söylediler. Daha önce de
değindiğimiz gibi, sembolistlerin getirdiği bu yeni biçimin kökü
aslında eskilere dayanır. Öte yandan da, örneğin Rimbaud, en çok
sevdiği ozanı, Baudelaire'i, "eski biçimin tutsağı" olmakla suçlar
ve Marine Gemicilik ve Mouvement (Devinim) adlı
şiirlerini tümüyle, özgür dizeler ve özgür ölçülerle yazar.
Verlaine, hiatus (sesli boşluğu), elision (sondaki seslenin
düşmesi), düzenli uyak gibi eski şiirin pek çok kurallarına bağlı
kalır ama, Fransız şiirinin pek alışık olmadığı impaire ölçüsünü
bir başkaldırı niteliğinde kullanır. Yani, Fransız şiirinin
dizelerindeki hece sayısı, on, oniki gibi çift olduğu halde,
Verlaine beşli, yedili, dokuzlu, onbirli hecelerle dizeler kurar,
Banville'in biçimiyle de, "bir meteliklik mücevher" diye alay eder.
Sembolistler bağlam (kıta) konusunda da şunları söylerler: Özel
birliğini (ünite) yitiren dize bir bağlam (kıta) içinde
kaynaşıyorsa, artık bağlamın da belli dize sayısından oluşması
gerekmez. Yani ozan, esinin gelişine göre, ritim öğelerini, bağlamın
uzunluğunu, kısalığını kendisi belirler. Gustave Kahn bunu bir
yazısında şöyle vurgular: "Bağlamın uzunluğunu kısalığını şiirin
gelişmesinde büyük payı olan birinci dize saptar. Şiiri ise
bağlamdaki genel düşüncenin evrimi belirler." Rene Ghil (Hemholtz'un,
ana sese katılan seslen çalışmasına dayanarak) sözlü düzenleme
kavramını geliştirirken Mallarme ile çatışır. Düzyazı yoktur,
yanyana gelmiş dizeler kümesi vardır diyerek klasik biçime
başkaldıran Mallarme, herşeye karşın, düzenli dizeyi savunur,
şiirdeki büyülü bütünün ancak düzenli dizelerle kurulabileceğini,
şiirsel düşünceyi yoğunlaşma noktasına ancak düzenli dizenin
getirebileceğini söyler.
Sonuç olarak,
düzenli dize gözden düşmedi, özgür dize de doğrulandı, şöyle bir
bileşime varıldı: Önemli olan ozandır. Bir ozan acemi ya da orta
nitelikte olursa, düzenli dizeyle de, özgür dizeyle de şiir
yaratamaz. Aynı acemi ya da ortalama ozanın elinde düzenli dizeler
de şiir değil, uyak ve ölçü yığınlarından oluşan koşuk doğurur,
ortaya dengesiz bir deyiş çıkar. Niteliksiz bir ozan özgür dizeyle
şiir yazmaya kalksa, özgür dizeler değil, birbirinden keyfi
koparılmış dizeler yazabilir, uyumlar da uyumsuzluklar da şiir
gereği değil, zorlama sonucu olur. Demek ki, ustalık olmayınca,
düzenli dize de, özgür dize de bir işe yaramaz. Özgür dize,
geleneksel dize eskiden beri de tartışılıyordu. Sembolistler için
önemli olan, dizenin de, bağlamın da dar kurallar içine
kapatılmaması, dizenin de bağlamın da şiirsel düşüncenin izlediği
yola göre biçimlenmesiydi. Şiirin değerini hece sayısı, ölçü,
uyaklar değil, ruhsal içeriği saptasın diyorlardı. İncelemeler,
soruşturmalar, Georges Vanor'un, Charles Morice'in, Jean Moreas'ın
bildirileri birbirini izledi. Etkisi diğer sanatlara da kol saran
bu akıma halkın ilgi ve merakı arttı. Dergiler çoğaldı: La Plume
(Kalem), Entretiens politiques et litteraires (Siyasal ve
yazınsal söyleşiler), Mercure de France, Revue blanche (Ak
Dergi), L'Ermitage gibi. Basında akıma değgin kısa, uzun
yazılar çıkmaya başladı. Bu dönem şiirin en güzel dönemlerinden
biridir. Gariptir, öylesine devingen, öylesine ayrı on-dokuzuncu
yüzyılda Romantizm sesini duyuramıyor, Par-nasse ve Sembolizm Okulu
en devingen ve en yaratıcı çağını yaşıyordu. Yazma bu iki akım
egemendi.
1890'da günce
yakarı Jules Huret bir soruşturma yaptı. Yazarların çoğu
Doğalcılığın (Naturalisme) artık öldüğü biçiminde yanıtlar
verdiler. Soruşturmaya tepkiler de oldu. Romancı Paul Alexis bir
telgraf çekerek soruşturmayı protesto etti.“Doğalcılık ölmemiştir"
diyordu. Bu soruşturma aynı zamanda şiirin yeni bir ustasını da
belirliyordu. Mallarme sembolist akımın önderi görünüyordu. Revue
des Deux Mondes’da (İki Dünyanın Dergisi) eleştirmen
Brunetiere, "sembolistler çağdaş şiiri gerçek raylara oturtmaya
çalıştı" diye yazıyordu
Sembolizm bu
doruk noktasından sonra hızlı bir düşüş gösterir gibidir -gösterir
gibi diyoruz, zira aslında akım çeşitli değişiklilerle,
çeşitli değişimlere uğrayarak varlığını sürdürecek. Bireylikler (individualite)
ağır basacak ve gelişimin hızlandığı bu çağda sembolizmi yeni
akımlar izleyecek. Dinsel düşünceyle bağları koparıp ozanlar
toplumsala da yönelecekler. Rene Ghil yönünü insansal ortaklaşmaya
(collectivite humaine) döndürecek; Verhaeren ve Maeterlinck gibi
Belçikalı sembolistler bilinçaltının yazdırılarını (dictees) ve
dörtbir yana yayılan kentlerin, doğanın gürültücü patırtıcı
güçlerini birleştirip, ülkeleriyle uyum halinde, insansal bir
topluluğun (communion) gizemcilik bilimine, gizemli inancına doğru
gidecekler. Stuart Merrill sosyalizmi seçecek; Jehan Rictus
Halkçılığa (Populisme) soyluluk yazınları kazandıracak. Ve böylece
büyük öncülerin geleneği sürüp gidecek. Jean Royere çok az tanınan
Müzikçilik'e önderlik edecek. Andre Fontainas ve (iki yüzyıl
arasına bir sessizlik dönemi yerleştiren) Paul Valery, Mallarme
geleneğini sürdürecek; Verlaine akıcı (lyrique) şiiri seven, dinci,
serseri ve yumuşak kuşaklar üstünde etkin olacak, Germain Nouveau,
Francis Jammes, Louis le Cordonnel gibi fanteziciler Verlaine
şiirini yazacak; eğilim ve akımlardan kurtulmuş Rimbaud ve
Lautreamont Gerçeküstücülüğün (Surrealisme) büyük yollarını
açacaklar.
Bir Paul Claudel,
Wagnerci efsanelerin yerine geçen gerçekçi katolik bir görünüm kabul
ettirmek için, sonradan dsımasma karşın, Sembolist sanatın
verilerine dayanacak. Andre Gide Dünya Nimetlerine yönelecek.
Saint-Georges de Bouhelier Doğacılık'ı (Naturalisme), Fernand Gregh
insancılık’ı (Humanisme), Jean MoreasRoman Okulu’nu kuracak. Bütün
bu akımlar içinde de Sembolizm varlığını sürdürecektir.
Erdoğan Alkan
(Şiir Sanatı,Yön
Yay.,1995)
1) Orphisme:
Ruhun, çile sonucu bir varlıktan başka bir varlığa geçerek
kurtulabileceğini savunan gizemler öğretisi (E. A.)
|
|